18 Mart 2017 Cumartesi

“Bizim Tufanımız da Modernizm'miş”


Bünyamin Dinç, Afâk dergisinin 4. sayısında Ömer Faruk Dönmez'le bir söyleşi gerçekleştirdi.


Sistemin put üreticileri olan ‘sekülarizm, modernizm, emperyalizm, kapita­lizm’ gibi kavramların size çağrış­tırdığı anlamlar nelerdir?



So­runun cevabı içinde: “Sistemin put üreticileri” demişsiniz. Bunlar çağdaş dinler; yeni putlar, sah­te tanrılar üretiyorlar. Anladığım kadarıyla, soru, kavramların tarihsel arka planı hakkında bilgi almak için sorulmuyor. İsteyen o konuları kaynaklarından araş­tırır, öğrenir. Bu kavramlar hangi yüzyılda, nerde doğmuştur, bize nasıl intikal etmiştir, bu, işin diğer tarafı. 
Fakat şu nokta çok önem­li: Bugün kime sorsanız, emper­yalizme karşıyım diyecektir. Sokaktan bir adam çevirip sorsak, kapitalizme karşı olduğunu söy­leyecektir. Ancak modernizmin bu iki kavramla olan ilgisi, çoğu zaman ihmal ediliyor. Ülkemizde birtakım insanlar, emperyalizme ve kapitalizme karşı oldukları hal­de; modernizme karşı durmuyor­lar. Hatta genel itibarla uygarlığın ve çağdaşlığın çok önemli şeyler olduğunu, gelişme ve ilerleme­nin lüzumunu anlatıyorlar bize. Burada, kelimeyi sevmiyorum ama, bir ‘paradigma’ problemi var. Modernizmi savunduğunuz an, zaten emperyalizmi ve kapitalizmi de kabullenmiş oluyor­sunuz oysa. Bu nokta gözlerden kaçırılmak isteniyor.

Ölü Bir Yazar Ne Anlatır?


Manifesto!
Cafcaf dergisinde ‘sanatsevicileri’ çok kızdıracak bir yazı okudum. Tabi buna yalnızca ‘yazı’ demeye çekiniyorum: Bir manifesto! Henüz bitmemiş bir hikaye hakkında bir değerlendirme yazmanın da riskleri var tabi. Ama buna değeceğine inanıyorum.

Ölü ve korkusuz!
Ömer Faruk Dönmez Cafcaf dergisinin 46. sayısında, “Ölü Bir Yazarın Anlattıkları” adlı bir hikâyeye başladı. Dünya’dan göç edip, öbür âlemden haberler getiren bir hikâye. Zeki okuyucuların anlayacağı üzere, aslında bu haberlere diğer âlemin karanlık noktalarına dünyadan ışık tutulmuş; yazar da bunları göz önüne alıp, sanki öteki dünyadan bize konuşuyormuş gibi yapmaktadır. Bu hikâye serisinin ilkinde niyetini şöyle açıklıyor ölü yazarımız; ‘dünyalı bir yazarın kaygıları, korkuları olabilir; ancak ölü bir yazar olarak, dünyaya dair ne gibi bir korkum olabilir ki benim?’ Onun için bize bazı bildiklerini açıkça anlatmaya geldiğini söylüyor.

Yusuf suresini fehmetmeye niyetlenmiş



Yazdıklarıyla arada bir Müslümanların zihinlerini tırtıklayan bir yazar. “Nasıl yaşıyorsunuz?” davetiyesiyle değil de daha çok “Müslüman böyle yaşamalı” tebliğiyle okurlarını rahatsız eden bir yazar o. Kimden mi bahsediyorum? Ömer Faruk Dönmez’den tabii ki.

Bu sefer kütüphanemize Ölü Bir Yazarın Anlattıkları isimli kitabıyla konuk oluyor yazar. Ölü bir yazardan nasıl konuk olur demeyin lütfen. En olmaz temalı filmleri izlemek için sinemalarda kuyruk oluşturanları bilmiyorum sanmayın. O sebeple kimse ses etmesin ve ölü bir yazarın “öte taraf”tan bize neler yazabildiğine dikkat kesilelim.

Sizi hapsediyorum ey insanlar!


Beni buraya kapattılar çünkü saçmaladıklarını söylüyorum. Rahatlarını bozuyorum. Alışmadıkları şeyler yapmalarını istiyorum. Hayatlarına sövüyorum.

Kaçık olduğumu düşünüyorlar. Kaçık olan kendileri.

O halde şimdi yeni bir karar alıyorum: buradan kaçmak için plan yapmaktan vazgeçtim.

Bunun yerine yine ters bir şey yapacağım ve herkesi bu deliğin dışına hapsedeceğim.

Sizi hapsediyorum ey insanlar!

Beni tıktığınız bu deliğin dışına hapsediyorum sizi!

Orda ne haliniz varsa görün!
 
"Kaçık"
Hep Ayı Hikâye

8 Mart 2017 Çarşamba

Yobaz da olsa derviş de olsa sorguluyor!


Daha önce Hamza’sı ve Bir Yobazın Günlüğü ile kendisinden haberdar olduğum Ömer Faruk Dönmez’in Dervişan’ını okuyunca diğerlerindeki benzer heyecanı hissettiğimi söylemeden edemem. Özellikle bu toprakları, bu toprakların dertli insanlarını anlatan her eser benim için önemlidir. Hele bunu öyküde coşkulu bir dille ortaya koyan bir eser ayrı bir öneme sahiptir.

İnsanlar arasında sahih hukuk bir gün yeniden oluşabilir

Ömer Faruk Dönmez’in İz Yayıncılık’tan çıkan bu yeni öykü kitabı da Anadolulu üç gencin (ki bu gençler medreseden ve tekkeden arkadaş üç genç) yıllar sonra medresede yeniden buluşmalarını konu ediniyor. Dervişan, birbirinin devamı olan üç hikâyeden oluşuyor:Abdullah, Hüseyin ve Zahid… Bu üç arkadaş aynı medrese bahçesinde çocukluğunu geçirmiş ama kaderin sevkiyle Yûnus misali memlekete dağılmış, sonunda kader yine bir sebeple onları tekkede buluşturmuş.

Ömer Faruk Dönmez, ilk hikâye olan Abdullah’ın hikâyesinde köye yerleşerek doğaya dönmeye çalışan doktoralı bir köy imamının yaşadıklarını anlatıyor. Bu bölümde toplumcu gerçekçi romancıları ve hikâyecileri eleştiren Dönmez, köylü kurnazlığı üzerinden de insan zaaflarını müthiş bir şekilde anlatıyor.

Bu bir inlemedir kardeşlerim!


Bütün kitaplarını okuduğum Ömer Faruk Dönmez'in son kitabının ana izleği aşk! Dönmez’in Yobaz’ı, sözlerini bu geniş ve uzun ‘yatak’ta söylüyor. Düşüncelerini ve dertlerini, Dosto misali, sertlikle açıklamak istiyor.  En büyük meselesi samimiyettir. Çünkü ruhun samimiyeti huzurdur, der. Esrarını 24 kez okuduğu Tutunamayanlar’dan almış.

Acısı ve neşesiyle, zaafları ve erdemleriyle, açığa vurdukları ve gizledikleriyle, tutarlı yanları ve çelişkileriyle, yani her şeyiyle kendini ortaya koymaya çalışıyor. Rezil olmaktan korkmadan.

İnsanı aptal yerine koyan sistemden memnuniyet duymuyor. Sürekli bir teyakkuz hali var bu günlükte. Güp güp güp güp atan bir kalb var. Bu kalbin yakarışları, duaları…

Keskin bir zekası ve sivri bir dili var Yobaz’ın. Ya da sivri bir zekası ve keskin bir dili… Atay’ın Olric’i gibi Yobaz’ın da Gregor’u ona eşlik ediyor günlüğünün büyük kısmında. Yazar sonra onu tatile gönderiyor. Görevini hakkıyla yapmış olduğuna kani olduğu içindir herhalde. Görevi ne mi onun? Okuyucuyu uyanık ve diri tutmak!

"Bir Yobazın Günlüğü" üzerine bir söyleşi


Bir Yobazın Günlüğü'ndeki metinler başka bir yerde yayınlandı mı önceden?
Hayır. Bu metinler daha önce herhangi bir yerde yayımlanmadı. Zaten bir ‘kitap’ yazma niyetiyle oturup baştan sona yazdığım ilk kitap bu. Önceki kitaplar, değişik dergilerde farklı zamanlarda yayımlanmış hikâyelerin toplanması biçimindeydi.

Bu ismi vermeye sizi neler itti? Çekinmediniz mi, korkmadınız mı?
Çekinecek korkacak bir başlık değil ki bu. Bir yobaz, günlük tutarsa ne olur? Bir Yobazın Günlüğü olur… Fakat bu ismi aslında Dostoyevski’nin ‘Bir Yazarın Günlüğü’ çağrıştırdı bana.

Bu kitabı kimler sevmeyecek sizce?
Sanırım ‘içimizdeki ahmaklar’ ve ‘karşımızdaki budalalar’ sevmeyecek.

Kim onlar?
Cevabı kitapta.

Ömer Faruk Dönmez'in on yıl önceki üslubu ile bugünkü üslubu arasında bir değişme var mı sizce?
Gerçi bu yargıyı vermek bana düşmez ama pek fark yok galiba.

Kendi halinde, sessiz sakin bir yazar olan sayın Dönmez, dergisi ile, kitapları ile bir dava adamına mı dönüşüyor?
‘Kendi halinde, sessiz sakin bir yazar’ iken ‘dava adamına dönüşmek’ derken ne kast ediyorsunuz bilemiyorum. Ben hâlâ kendi halinde, sessiz sakin bir yazarım ve doğduğumdan beri aynı davaya inanıyorum. Hep Aynı Hikâye’de hangi davadan söz ettiysek Bir Yobazın Günlüğü’nde de o davadan söz ettik. Yaşama sebebimiz o.

Dava adamı olmak iyi mi kötü mü?
Başını açıp çalışan hanımlarla, bundan memnuniyet duyan kocalarla, bankalardan kredi çekilerek alınmış evler ve arabalarla, kreşlerde-kolejlerde yetişen internet çocuklarıyla, ‘nasıl olsa bizimkiler iktidarda’ gevşekliği ile, sokaklardaki bu açıklık saçıklığa buğzetmeyi bile ihmal edip ‘işler yolunda’ sanmakla, müslümanlık davasının nereye gideceği sorusu, bizim için ortada duran bir sorudur. Sizce dava adamı olmak iyi mi, kötü mü?

Bünyamin Yıldız
Dünya Bizim
Alıntı sayfası: http://www.dunyabizim.com/omer-faruk-donmez/7607/omer-faruk-donmezin-yeni-kitabi-cikti