21 Ocak 2017 Cumartesi

“Büyüyünce Ne Olacaksın?”

Yine aynı şey oldu. Gerçekle hayal bir kez daha karıştı. Tahmin etmeliydim. Ne çaya damlatılmış ilaç, ne çuval, ne dam, ne korkuluk, ne aşağıda birikmiş bir kalabalık! Parktayım. Aysu hâlâ karşımda. “Nasılsın?” sorusunun n’si dudaklarının ucundan sarkıyor. Gülümsüyor. Bir an önce buradan uzaklaşmalıyım. Eşya ile bağlantıyı koparmamak lazım kardeşim. Tehlikeli şeyler bunlar. Riskli şeyler. Hiç gereği yok.

“İyiyim; fakat acelem var!” dedim telaşla, “Görüşürüz!”

Cevabını beklemeden fırladım. Ulan daha tek kelime etmeden başıma neler getirdin; bir de konuşsam kim bilir neler olur! Hızla uzaklaştım. Yürüdüm. Yürüdüm. İnsanların yanından geçtim, marketlerin, büfelerin, arabaların, otobüslerin, pastanelerin, lokantaların, kahvelerin yanından geçtim, ürkek ama besili kedilerin, kaburgaları görünen aç köpeklerin, çöp bidonlarının, kibirli apartmanların, zavallı gecekonduların, yağmurun, hüznün, acının, kederin, yalnızlığın yanından geçtim, su birikintilerine bastım, yol kenarındaki ağaçların yapraklarını kopardım, ıslak bir dala dokundum, dalların üşüyüp üşümediğini sordum kendime, küçük bir çocuktan selpak aldım, karşı kaldırımdaki bir ihtiyara selam verdim, bir dolmuşa öylesine binip iki durak sonra indim, kitapçıdan rasgele bir edebiyat dergisi alıp ilk şiiri okudum, zırvaydı, öfkelendim, üzüldüm, insanlara baktım, ey insanlar dedim, ey insanlar, nereye gidiyorsunuz böyle acele, size bir sır vereyim ey insanlar, öbür tarafı bir bilseniz, ah bir bilseniz dedim, hafif bir yağmur başladı, sonra yine insanlara baktım, durakta bekleyen yorgun polise; kuyumcunun vitrinindeki beşibiyerdeye özlemle bakan genç kadına; kırtasiyede yazılı kâğıdını fotokopiyle çoğaltan gözlüklü öğretmene; duvar kenarına yığılmış üstü başı perişan zavallı sarhoşa; yağmur başladığı için bardakların üstünü o küçük metal tabakçıklarla kapatıp ‘geldi abim!’ diye bağıra bağıra neşeyle dükkânlara girip çıkan çaycıya; manavdan meyve seçerken bir yandan da taze olup olmadıkları konusunda söylenip duran titiz ev hanımına; gezintiye çıkardığı sevgili finosunun kıymetli ayakları ıslanmasın diye telaşla bir taksi durduran sosyetik teyzeye; ellerinde çantalar ve yüzlerinde gülücüklerle okuldan çıkmakta olan yaşıtlarına buğulu gözlerle bakan siyah saçlı siyah gözlü on yaşında bir ufaklığa; sahafın tezgâhındaki kırmızı ciltli Gazap Üzümleri’ni almaya -ceplerini ısrarla ve utanarak karıştırmasından belli ki- parası yetmeyen mahzun kitapsevere; kolundaki sepete süt şişeleri, sucuklar, ekmekler ve gazeteler dolduran tebessümü kurnaz kapıcıya; bir yandan kızın beline elini ustaca konuşlandırırken diğer yandan -birilerine yakalanmamak için olsa gerek- güneşsiz havada güneş gözlüklerini takmayı ihmal etmeyen tebdil delikanlıya; elindeki fotoğraf makinesiyle akşam altı’ya kadar iyi bir sahne yakalamak zorunda olan bıkkın gazeteciye; mağazadan şık bir oturma grubu alarak çıkan ve eve ne zaman yollanacağını satış görevlisine doksanıncı kez sormaktan yorulmayan doyumsuz kadına; dersane dönüşü pastaneye bişeyler içmek üzere giren siyah deri ceketli ve belde iki üç kat katlandığı için boyu epey kısalmış bordo kadife etekli uçarı lise kızlarına; tablasında Ferdi Tayfur’un eski kasetlerini ucuza satan ve kendisi de Ferdi Tayfur’a benzeyen bıyıklı adama; sağ koluna çorapları sol koluna eldivenleri atıp namaz çıkışı cemaate satabilmek için cami avlusuna giren saçları ağarmış emekli noter kâtibine; şuna, buna, ona, insanlara… insanlara baktım, ey insanlar dedim, ey insanlar!

İnsanlar beni duymadılar.

ÂB-I HAYAT



Bu sayfada, Ömer Faruk Dönmez'in kıymetli bir zâtın sohbetlerini kayıt altına alması neticesinde meydana gelen Âb-ı Hayat adlı kitaptan alıntılar yer alacaktır. 


"İyi, hiçbir zaman orta yere ampul yakmaz, yaptığını göstermek için yapmaz, kuralları söyleyip kaçmaz. Canların elinden tutar. Çünkü o, adalete iman etmiştir, merhamet sahibidir, muhabbet sahibidir, iyi niyetlidir, güzel ahlaklıdır, anlayışlıdır, vicdanlıdır. Derdi de, sırrı da saklar, ortaya dökmez.
İyi, din satmaz, iyilik yapar. Her cana merhametle bakar."


"Böbürlenmeyi bırak. Din satmayı bırak. Bilenler neyi biliyor? 
Kuralları söyleyip kaçıyorlar. Haramdır mekruhtur deyip kaçıyorlar. Farzdır vaciptir deyip kaçıyorlar. 
Bu canların elinden kim tutacak? Bunları karanlıktan kim çıkaracak?
Kaçma.
Bunlar da biliyor zaten haram olduğunu, mekruh olduğunu.
İmanın şartlarını sayıp kaçıyorsun; Allah'a iman, meleklere iman, kitaplara iman. Bunları o da biliyor. Şunları da sayıyor musun: Adalete iman, merhamete iman, muhabbete iman.
İslam'ın şartlarını sayıp kaçıyorsun; namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekat vermek. Şunları da sayıyor musun: İyi niyetli olmak, güzel ahlaklı olmak, anlayış göstermek, vicdanlı davranmak."

"Sorular"




üzgünüm / hüzünlüyüm / el aman

sakallı / huzurlu / vakarlı / bir caminin şadırvanında henüz abdest almış / yüzü serin / doksan dokuzluk firuze tesbihini çekerek ezan-ı muhammediyi bekleyen arifin / bana söyleyeceği şeyler olmalı / ya kerim / ya metin / ya rahim / ya rahman

bana cevap ver

üzgünüm / hüzünlüyüm / el aman

bana söyle / nedir / ellerimde biriken hüznü silkelemenin yöntemi

çaresi nedir için için ağladığım için tutulduğum ince hastalığın

bana söyle / bu dertten ölebilirim / ağrı kesici /
ateş düşürücü ve kas gevşetici öneriyor doktor /
oysa bana his gevşetici lazım / nereden bulabilirim

kurtulmak mümkün müdür bu şizofren çağın nosyonlarından / halüsinasyonlarından / depresyonlarından

ve ikna etmek mümkün müdür münker nekiri / örneğin bahis açsak /
hileli-cilalı borsa çağının hoşgürü trendlerinde / günah enflasyonlarından

kitaplara sığınarak kaçılabilir mi sevmeyi ve sevilmeyi bilmeyen sevgililerin anlayışsızlıklarından / kitaplara kaçırılabilir mi sevgililer / ya da kitaplardan sevgili kaçırılabilir mi tıpkı bir kız kaçırır gibi saraydan / insan bu hengamede kafayı kaçırabilir mi ya da / ne olup bittiğini anlamadan

söyle bana neden / neden ölmeyi beceremez insan /
yapayalnız geçirilmiş bir geceden sonra okunan sabah ezanlarının ardından

bana söyle / herkesin dilekçesinin bir nüshasında ‘aslı gibidir’ yazıyor da / nasıl bir fayda umulabilir / benim arzuhalimin altına ‘yaslı gibidir’ yazılmasından

sigara dumanları deva olmazsa bu kederli yalnızlığa /
ettiğim dualar şifa olmazsa / nedir kendimi bir metropolün
arka sokaklarında fütursuzca vurmaktan alıkoyabilmenin formülasyonu

bana söyle / yüz seksen derecedir diyorlar bir üçgenin iç açıları toplamı
/ ama / kaç derecedir acaba / bir insanın iç acıları toplamı/
hiç hesaplayan var mı bunu

peki aristodan / ya da en iyisi pisagordan bir asist yapsak / kurtulabilir miyiz acaba bu sefil kompozisyonu

söyle bana nedir / yosmadan geçilmeyen bir kentin
sokaklarından kusmadan geçebilmenin yolu

söyle bana ne kadar geçerlidir şimdi / haramdır diye ahkam kesen softanın fetvası / hangi kutsal kitapta yüklenir insanın zayıf sırtına / işlemediği suçların cezası / söyle bana nedir / o yosmaların yeşil gözlerine duyduğum ilginin kimyası

fizik kurallarından haberi var mıdır peki / kafelerde kola içen beli açık kızların / sebep olduklarının farkında mıdırlar acaba / yere dökülmesine gökteki yıldızların

yârçekimi kanununa uygun mudur / bûselik makamında beste çalabilmesi /
tırnakları ojeli hırsızların

neden böyle yakar / yıkar / viran eder / perişan eder / besteler / şarkılar beni
ve hangi yasadışı şarkı / tasadışı edip gönlümü / zarif bir arif kılar beni /


Bir Kitap Bir Balta

“Şu gelen yar olaydı”



Bir parka geçip oturdum. Neydi? Sayıklama Parkı. İnsanlar gelip geçiyor. “Şu geçeni durdursam, çekip de eteğinden/ Soruversem: Haberin var mı öleceğinden?” Kısakürek Necip Fazıl. Sahi ne çok insan var. Öleceğini günde bir kez olsun düşünmeyen insanın kalbi kararmıştır vesselam. O kararmış kalbine dünya sevgisi dolmuştur vesselam. Kalbine dünya sevgisi dolan insan, ahireti unutmuştur vesselam.

Peki ben? Öleceğimi hakikaten düşünüyor muyum? Belki de bir ‘günlük’ tutmalıyım ve her güne şöyle bir not düşmeliyim: “Bugün ölebilirsin: ona göre yaşa!” Bir Yobazın Günlüğü. Seçkin kitapçılarda. Merhaba sevgili günlük… Yok, şöyle daha iyi: Selamünaleyküm sevgili günlük. Hah ha. Amma acayip şeyler geçiyor aklımdan. O değil, dayanamayıp gülüyorum, gören deli sanacak. Güldüğüme bakma teyze, takılıyorum öyle, rahat ol sen. Kalıcı değilim zaten, şu dünyada biraz dinlenip gideceğim. “Şu dünyada bir nesneye/ Yanar içim, göynür özüm.”

"Ortaya Karışık"


Her şeyin böylesine birbirine girebileceğini doğrusu tahmin etmemiştim.

Ortalık bir anda toz duman oldu. Her şey birbirine karıştı. Bu bir rüya mı? Kâbus demeliydim. Evet, bu bir kâbus mu? Küçük bir çocuktum. Ne zaman geldim otuz iki yaşıma? Durum bir hayli karışık aslında. Yağmur yağıyor. Seller akıyor. Arap kızı görevinin başında. Allahım sen aklımı koru. Arkadaşlar da tıpkı o Arap kızı gibi uslu uslu oturup yağmuru seyretselerdi ya! O zaman işler bu kadar karışmazdı. Peki ne yaptılar? Kayboldular. Kim? Arkadaşlar. Nereye kayboldular? Elinin körüne. Efendim? Yaa efendim tabi! Ben de cümle âleme kafa tutuyorum işte. O kadar. İtaat. Kariyer. Saat. Bariyer. Şişli. Sarıyer. Vefa. Cefa. Aman aman, benden uzak dursunlar da. Gölge etmesinler, başka ihsan istemez. Ne Şam'ın şekeri ne Arap'ın yüzü. Yorgan gitti kavga bitti. Yorgan yüzü. Yastık kılıfı. Yoğurtlu patlıcan kızartması. Belirtisiz isim tamlaması. Ne diyorsun? Galiba sayıklıyorum. Bir de, bundan iyisi Şam'da kaysı, diye bir şey var. Sonra Şam fıstığı var. Antep fıstığı var. Şam galiba Suriye'nin başkentiydi. Biraz coğrafya çalışsam iyi olacak. Halep ordaysa arşın burada. Halep nerde? Tahran. Bağdat. Yorgan gitti… Yanlış efendim: bazı kavgalar yorgan gittikten sonra başlıyor asıl.

Cümle âleme kafa tutuyorum!

17 Ocak 2017 Salı

Ömer Faruk Dönmez ile Röportaj


Kitaplarınız, hayatınıza dair önemli ipuçları taşıyor. Fikirlerinizi de açıkça ortaya koyuyorsunuz. Fakat biz yine de şu soruyla başlamak istiyoruz: Sizi yazmaya sevk eden sâikler nelerdi? Hikâyenizin en başında neler yaşandı?

‘Varoluş meselesi’ desem çok mu iddialı bir şey söylemiş olurum? Ama gerçekten de öyle, varoluş meselesini anlamak ve anlatmak istedim hep. Hikâyemin en başında ve en sonunda, kendimi, insanı, hayatı ve hakikati anlama meselesi vardır.

Ehl-i tarik bir dede, yazar şair bir baba, hikâyeci bir dayı; aile ortamınız sizi yazarlık sürecinde etkilemiş olmalı.

Muhakkak. Hamza’da, Yobaz’da, Dervişan’da anlattığım ‘İslamcılığın meseleleri’ bizzat yaşadığım, içinden geldiğim meselelerdir ve aile ortamım, yazarlık sürecimi, hem biçim hem içerik olarak, etkilemiştir.

İlk hikâyeleriniz nerde yayımlandı, kaç yaşındaydınız?

Sevincimi unutamam; ilk hikâyem, on altı yaşımda, Türk Edebiyatı dergisinde yayımlandı, sonra diğer metinler Çınar, Ay Vakti, Atlılar, Huruç dergilerinde.

Ömer Faruk Dönmez ve Mizah



Ömer Faruk Dönmez ismiyle ilk ne zaman karşılaştığımı çok iyi hatırlıyorum. Çok soğuk bir akşamüstüydü. Ankara için bile çok soğuk bir gündü yani, öyle söyleyeyim. Pek yayımlatamasam da, yazmaya çok meraklıydım o zamanlar. Bir dergide öykümün yayınlanması benim için muhteşem bir şey, insanoğlunun varıp varacağı en son noktaydı. Onun için de öykü dergileri alıyor, oradaki yazarların hikâyelerine “Hıımm, bakalım müstakbel arkadaşlarım benim kadar iyi yazabiliyorlar mı” gözüyle bakıyordum. İşte o gün Ankara’nın birahaneleriyle ünlü o caddesindeki kitapçıdan yine bir öykü dergisi alıp otobüs durağına geçmiştim. Otobüs beklerken dergiyi karıştırmaya başladım. Ömer Faruk Dönmez adı çarpınca gözüme, bu ismin bana tanıdık geldiği hissine kapıldım. Tabii ya, bu şey değil miydi? İstanbul’da İmam Hatip okurken üst sınıflardan bir abi vardı. Çok kitap okurdu, bu o olmalıydı. Evet, oydu kesinlikle. Demek ki çok kitap okumakla kalmamış yazmaya da başlamıştı. Helal olsun. Hem de ne güzel bir üslubu vardı. Aynı okuldan “iki tane” yazar çıkması müthiş bir rastlantıydı. İtiraf etmeliyim ki benden güzel yazıyordu. Ne ara geliştirmişti üslubunu böyle. Karısını öldürüyordu galiba öyküde. Yoksa öldürmüştü de onu mu anlatıyordu bize. Hikâyeden aklımda kalan sağlam mizahı ve yazarının dile hâkimiyetiydi.  


Sonra sonra Ömer Faruk Dönmez’le aynı dergide buluştuk. Kendisinin hiçbir zaman İstanbul’da okumadığını, Adana’da ikamet ettiğini, öğretmen olduğunu öğrendiğimde şaşırdığımı belli etmedim. Ömer Faruk Görmez ismindeki sevgili abimin İstanbul’da seyahat acentesi işlettiğinden haberdar olmam ise daha sonradır.

Yobaz Biziz, En Güzel Tarafımızla Biz


Hep Aynı Hikâye, Bir Kitap Bir Balta, Hamza
adlı kitaplarıyla tanıdığımız yazar Ömer Faruk Dönmez'in yeni kitabı, Bir Yobazın Günlüğü adıyla İz Yayıncılık tarafından yayınlandı. “Bir kitap oluşturma niyetiyle baştan sona kaleme alınmış” hacimli bir metin olma özelliği taşıyan Bir Yobazın Günlüğü, gayet akıcı bir üslupla günlük tarzında kurgulanmış, otobiyografik unsurlara da yer veren bir kitap.

“Kimim ben?”

Ömer Faruk Dönmez'in kitabıyla karşılaştığımda zihnimde ilk uyanan şey, Cemil Meriç'in Jurnal'de “kendine” yönelttiği şu soru oldu: “Kimim ben?” Hepimizin adına sorulmuş bu sorunun yanıtı da hazırdı:


16 Ocak 2017 Pazartesi

Hep Aynı Hikâye, bilincinizi ve öfkenizi dipdiri tutacak

Ömer Faruk Dönmez‘in ilk hikâye kitabını okurken kapıldığım kısır döngüyü betimlemeye çalıştım. Kendini korunaksız, sefil, yoz, rezil hissetmek istemeyen okumasın bu kitabı. Çıkış yolunu bulmanın kolay olduğuna inananlar da uzak dursun bu öykülerden. Kazandığına dair inancı sarsılmaz olanlar; siz de okumayın. Bu çağın, kalbini deştiği kişiler! Hep Aynı Hikâye, bilincinizi ve öfkenizi dipdiri tutacak bir eser.

‘Bir kalbi yoksa, insan nereye gidebilir?’

Kaybedenlerin dünyasına hoş geldiniz: Geçmişini, geleceğini, kendini yitirmişlerin nefret dolu yurtsuzluğuna. Hiç birinin ismi yok. Ancak bir harfle işaret edilebilecek kadar yer tutuyorlar bu dünyada. Varoluşlarını korkunç sıkıntılarla farkedebilen kaçıklar bunlar. Kaçmak mümkün mü bizi çepeçevre saran, içimize sinmiş, bizi belirlemiş, kalbimizi ve zihnimizi kölesi kılmış bu hikâyeden? Bir kaç yüzyıldır bizi ele geçirmek için verdiği uğraş, boşa gitmemiş demek ki.

Çünkü hükmetmek ve/ya beğenilmek istiyoruz 

14 Ocak 2017 Cumartesi

"Ben Hamza; kaldırımlarda yürür, ülkemin sorunlarını çözerim"



"Ben Hamza; kaldırımlarda yürür, ülkemin sorunlarını çözerim. Mahcup delikanlıyımdır, fakat acayip de öfkeliyimdir hani. Evet, biz Anadolu çocukları susmayı ve sabretmeyi iyi biliriz. Fakat damarımıza basılırsa, adamın anasını ağlatırız evelallah. Emperyalistlere duyurulur. Aslı gibidir. Mühür ve İmza: Anadolu Çocuğu Hamza."

"Kimim ben? Hamza'yım. Gelin sizi ham yapayım. Dört yıldır sınava giren bir zavallıyım. 21 yaşındayım. İmam Hatip mezunuyum. Hani mahcup ve onurlu çocuk. (Hani koşu bittikten sonra da koşan at..) İşte o benim. Sabah dersaneye, akşam eve giderim. Laf aramızda müthiş kitap okurum. Edebiyatsever. Kitapsever. Ha, bir de reklamsever. (tövbe estağfullah.0 Anladık anladık. Bu hayatın anlamı nedir? Niçin yaşıyoruz? Sen onu söyle. Bu soruya cevap bulamamış milyonlarca ahmak var. Hatta bu soruyu kendine bir kez olsun sormamış milyonlarca ahmak var!"